Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Kasım 2010 Salı

Insomnia, welcome to my world...

Yine başladık. Haydi hayırlısı.Senenein ilk uyku sorunsalıyla karşı karşıyayım.
Bayram tatili sonrası ilk iş gününe 2 saatlik uykuyla teşrif ettim, bugün ise hala ayaktayım.
Ve saat şu an TSİ 02:55.
"WHAT THE HELL IS GOING ON?" demek istiyorum.
Uzun zamandır ilk kez bu durumla karşı karşıyayım, çünkü beni tanıyanlar bilirki, kafamı koyduğum yerde ister gündüz ister gece, ister mutfak ister banyo yer mekan saat gözetmeksizin her ortamda uyuyabilirim. Yeterki uykum geldi diye kendimi telkin edebileyim. Hatta arkadaşım N. çoğu kez kendi kendine konuşurken kendini yakaladığın söyledi, çünkü o birşey anlatırken ben çoktan uyumuşum...
Ama işte bu ara yetenek metenek kalmadı. Fena şekilde halsizim ama uyuyamıyorum. Yatakta saniyede ortalama kaç kere dönüyorum söylemiyorum bile. Uzman görüşler derki-burda uzman kim şu saniye onu da bilmiyorum- ya çok mutluyken yada çok mutsuzken insan uyuyamazmış. Ben iki ruh halinde de değilim ya... Neyse ben yine yastıkla boğuşmaya devam deceğim. Var mı önerisi olan???

21 Kasım 2010 Pazar

Zayıflayacağım...

9 günlük bayram tatilinin son saatleri yaşarken, artı birkaç kiloyla haftaya başlıyorum hanımlar.
Hedef Cumartesi gününe kadar alınan kiloların verilmesi. Tek tesellim çabuk alınan yerleşmiş olmadığından çabuk veriliyor olması. Şimdi hafta boyu Nazi işkencesi çekip detoks yapmaya çalışıp sadece salata ve türevlerini yiyeceğim. Üstelik akşama hiçbirşey yemeyeceğim. En acısı şu dünyada içmekten en keyif aldığım şey Light Cola içemeyeceğim.
Ne kadar sağlıklı tartışılır, bir diyete bağlı kalmak gibi bir alışkanlığım da yok. Tek bildiğim mümkün olduğunca doymadan sofradan kalk, azar azar sık sık ye.
Bilmem siz ne dersiniz ama bizim gibi görüntünün herşey olduğu aldığınız iki kilonun her fırsatta yüzünüze vurulduğu anaerkil bir ofisteyseniz kaçınılmaz son diet.
Bakalım Cumartesi kilomla ilgili ne yazıyor olacağım. İzleyip görelim....:)

Hollywood ünlülerinin inanılmaz değişimleri Part 2

sandra bullock
kelly osbourne
nicole kidman

Hollywood ünlülerinin inanılmaz değişimleri

Yaşlandıkça mı güzelleşiyorlar, yoksa estetikle mi bilinmez ama, ne yapıyorlarsa tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi inanılmaz bir değişim yaşıyorlar. Buyrun ağzını açıkta bırakacak dedirtecek birkaç örnek....



Pazartesi sendromu

Bu sendromu benim kadar yoğun yaşayan biri var mıdır bilmiyorum. Ama eğer benim gibi yaşayan birkaç insan daha varsa, dünya Pazartesi sahiden çok çekilmez bir yer oluyordur hiç şüphem yok.
Pazar gecesinden stres başlıyor, terleme basıyor, işi düşündükçe, hele uykusuz kalcağımı düşündükçe kendimi öldüresim geliyor, -şaka değil, ilk intihar fikri böyle oluştu bende-.
Gece min. 3'de uyuyarak, saat 8'de alarmın o gıcık sesiyle uyanıyorum. O an karşıma kim çıkarsa oracıkta boğasım geliyor. Bunun en yakın tanığı sevgilimi ablam L. Yazık her Pazartesi sabahı farklı bir arıza yaratıp kavga çıkartıyorum. O da huyumu bildiği için alttan alıp beni yatıştırıyor.
Nese evden minibüs durağına yürüdğüm o yolda kafamdan geçenleri saymıyorum bile. Neseki etrafta çok sevimli insan olmuyor da, yolu kolay atlatıyoruz. -o anda eminim herke sbirbirni öldürmek istiyor:)-
Ve uzun uğraş, minibüs sırası, mnibüsde balık istifi yolculuktan sonra nihayet işyerindeyiz. İzninizle o kısmı da atlıyorum. Günün birinde işyerindekiler blogumu okumaya başlarsa aleyhime kullanılabilir:)
Sinirli sinirli bakan bir avuç insan, akşam çıkışa doğru normalleşmeye başlıyor. Bu gruba bende dahil...
3 senelik kısa iş tecrübemde şunu anladım ki Pazartesi işe giderken tek motivasyonum Cumaya dört gün kaldığını bilmek.
İşimi seviyorum mu,-yoruma tamamen açık-
Nese ne diyoruz işleyen demir paslanmaz:) Hepinize kazasız belasız PAZARTESİ'ler....

19 Kasım 2010 Cuma

Ajda çalıyor fonda Ağlama Anne. Nasıl güzel bir şarkıdır bu, nasıl güzeldir sözleri.

15 Ekim gecesi içimde nasıl bir huzursuzluk babam annem telefonda konuşuyor, -annem ablamda Tarabya'da-benim konuşasım yok, babam annen çağırıyor telefona dedikçe yarın ararım diyorum. Dememek lazım  tam 12 saat öğrendim acı şekilde.
16 Ekim Salı günü okula gittim, bir şey var karnımın ortasında bir yumruk  ama anlam veremiyorum.
Derken Matematik dersinden erken çıkıp dersanaye fizik etüdüne gittim, girmemle çıkmam bir oldu. Dinleyemiyorum odaklanamıyorum, aksiki cep telefonum evde. Bahariyeden iskeleye yürüyene kadar nasıl içim acıyor anlatamam, ama hakikaten anlatamam o hissi.Lafta değil yani. İlk ve son kez o akşam yaşadım o hissi….
Minibüste kafamdan birine bir şey olduğu geçiyor,babama ya da babaanneme. Evdeki diğer herkes sağlıklı genç bir onlar yaşlı. Ölüm sanki sırayla gelirmiş gibi. O güne kadar hep öyleydi.
Evin kapısına geldiğimde mahalleden birkaç arkadaşım yolumu kesip, beni uzaklaştırıyor, evin önünde bir kalabalık, bir şey var ortada ama anlamıyorum hala.
Ve acı gerçek, 3 tane çocuk bana annemi öldüğünü söylüyor. Şimdi düşündüğümde aklım ermiyor nasıl bunu bana 2 çocuk söylüyor, kimin fikri???
Hikayesinin gerisi yok, sadece koca bir boşluk. Tek hatırladığım bir hafta sonra her gün annemle yürürken geçtiğimiz yollardan yürürken ne garip annem yok ama okul hala var, hala trafik akıyor, hala ben yürüyorum…
Geçen 16 Ekim tam 9 sene oldu. En uzun ayrılığım 6 gün köye gittiği zaman. O da her gün konuşarak. Nasıl geçti hangi ara alıştık yokluğuna bilmiyorum, ama hala bir şey acıyor her aklıma geldiğinde. Aklıma mukayet olamıyorum. Kafamı duvarlara vurasım geliyor. O yüzden şimdilik en doğrusu şu an yaptığım gibi başkasından bahsediyormuş gibi yapmak. Yoksa ne nefes alabilirim, ne de sabah uyanabilirim.

18 Kasım 2010 Perşembe

İstanbul'da nerede ne yenir? /Part 2

Unuttuklarım var hemen eklemek istedim;)
  • Ara Cafe/Balkan Köfte
  • Hacı Abdullah/Beğendili Kebap
  • Sarıyer Börekçisi/Kıymalı Kol Böreği
  • Emirgan Sütiş/Her çeşit kahvaltı
  • Sultanahmet Köftecisi (Ama gerçekten Sultanahmet'de olan sadece nakit geçen yer.)
  • Abbas(Bebek) /Waffle

İstanbul'da nerede ne yenir?/ Part 1

Gittiğim bayıldığım yerlerden ufak ufak bahsetmeye başlayabilirim artık. Buyrun Part 1:)
Siz de deneyin, pişman olmayacaksınız.
  • Suat Usta/Tantuni
  • Küçük Ev/Kuru fasulye-Pilav
  • El Torito/Potato Skin
  • Golden Horn/Hamsi Tava
  • Culinary Instute/Mısır Ekmeği-Organik Çilek Reçeli
  • Mezzaluna/Ceasar Salata
  • House Cafe/Karidesli risotto
  • Kitchennette/Körpe piliç-Pesto soslu kuskus
  • Sandal Balık/Tereyağlı Karides
  • Fulya Otim'de adını hatırlamadığım ama Kahve Dünyası'nın karşısındaki mantıcı/Kıtır Mantı

500 days of summer

Dün akşam izledik. İlişkilere aynı, sıradan bakış açışı.
Film şöyle bir cümleyle başlıyor; Dünyada iki tür insan vardır, kadınlar ve erkekler, Summer Finn bir kadındı.  Kahramanlarımızı Summer ve Tom.
Bir taraf aşkın büyüsüne, doğru insan klişesine inanırken(Tom), diğer taraf ilişki, bağlılık gibi terimlere tamamen uzak (Summer).
Tahmin ettiğiniz üzere filmin sonunda herşey tersine dönüyor, inanmayan taraf doğru insanı bulup evleniyor, aşka inanan taraf ise yapayalnız kalıyor. Tesadüf kader gibi kavramları çzmeye çalşırken kendine bir kızla akşam yemeği randevusu ayarlarken buluyor.

Alın size filmden bir replik. Esas kızımız Summer, esas oğlanımız ise Tom.
Tom: What happens when you fall in love?
Summer: You believe in that?
Tom: It's love, it's not Santa Claus.

Benim en sevdiğim kısım, filmdeki dış sesin, esas oğlanımız, Tom'un tam aşka inancını kaybetmişken, iş görüşmesinde -ne manidarki , burda acaba kader diye birşey var mı sorgulmasına girebiliriz.- Autumn isimli bir kızla tanışması öcesi kurduğu cümle. Bu cümleye dikkat!!!!!!!
Most days of the year are unremarkable. They begin, and they end, with no lasting memories made in between. Most days have no impact on the course of a life. May 23rd was a Wednesday.

cinema paradiso

Planım bugün bu filmi izlemek. Kapağında sinemanın en unutulmaz filmlerinden biri olduğu yazıyor. Oscar, Altın Küre Cannes Jüri Büyük Ödülü gibi birçok ödül almış ve ben ilk kez izliyorum.
Ablam L.'nin de dediği gibi "Shame on me!!!!"

1969'dan beri tatlıya bağlıyoruz.

How I Met Your Mother izlerken farketmemişim nasıl bitti o güzelim şekerpareler.
O kadar lezzetliydiki.
Her defasında aynı bahane, tv'ye dalıp bitirdim. Nasıl yalan.
Oturup afiyetle yedim, neyimi, Emek Pastanesinin o güzelim ağızda eriyen, süper hafif şekerparelerini.
Bununla da kalmıyor Emek Pastanesi'nin tatlıları. Ballı pastası ve muzlu rulo pastasını denemediyseniz çok şey kaybetmişsiniz.
Hadi bakalım afiyet olsun.


17 Kasım 2010 Çarşamba

Paris Je t'aime

İlk kez yurtdışına çıkacaktım. Geçen Mayıs ayı. 3 hafta öncesinden başlayan heyecanlı bekleyiş.
Nihayet 30 Mayıs... İş yerinde tüm gün ağzım kuklarımda çalıştıktan sonra babamla buluşup yemek yedik. Gece 4'de buluşmak üzere ayrıldık. Valizdeki ufak detayları halletikten sonra uyumaya çalıştım ama nafile, uyku imkansız... Aklımdan yarın G.'yi göreceğim, Paris'i göreceğim fikri dolanıp duruyor.
Bu durumda uyku ne mümkün? Üstelik ilk kez kendi paramla kendi başıma birşey yapıyorum bu daha da mühim...
Plan şuydu; G. ile CDG Havaalanın'nda buluşacaktık. Sonra bir gün boyunca şehri gezip ertesi gün 4 gibi Belçika'ya doğru yola koyulacaktık.
Gece 4'e kadar bekledikten sonra nihayet babam geldi. Son kontrolleri yaptıktan sonra nihayet havaalanındaydık. Size küçük bir sır; daha önce y.dışına çıkmadığım için prosedürler hakında en ufak fikrim yoktu. Biraz danışmadan aldığım yardımla, biraz da kulaktan dolma bilgilerle nihayet uçak kapısındaydım.
Nasıl bir heyecan anlatamam, kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.Bekleyiş çok uzun sürmedi ya da ben kafamda sürekli G. ile Seine Nehri kenarında yürüme hayali kurduğum için zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Neyse artık uçaktaydık. Kalkış için herşey hazırdı. Uçak havalandıkça heyecan yavaş yavaş azalmaya başladı. Sanki başıma gelecekleri hissetmiş gibi nasıl bir huzursuzluk anlatamam.
Sebebi ancak o dakika anlamıştım...
Artık Paris'teydik. Uçak inişe geçti.Sıra pasaport kontrolundeydi. Gayet normal olarak sıraya girdim ve sıra bendeydi 15 dk.'lık bekleyişten sonra. Memurun "Do you speak English" cümlesiyle irkildim. Çünkü normal bir ses tonu yoktu. Pasaportu uzun uzun inceledikten sonra -hatta bence Türk olduğumu gördükten sonra-, bana alakasız sorular sormaya başladı. Bende ardı ardına hepsini cevapladım. Dönüş uçağım neden Belçika idi? Belçika'da kimle kalacaktım? Tren biletim nerdeydi? Hepsine cevap verdim ama buna rağmen memuru ikna edemedim sanırım.
"You have to go back to İstanbul" cümlesiyle irkildim. Nasıl olurdu? G. 200 m. uzaklıkta ben onu göremeyeceğim, üstelik ilk kez yalnız seyahat ediyorum ve üstelik ilk kez y.dışı. Benim cevabım memura gayet netti- miserable bir cevaptı kabul ediyorum.- "Please sir i cannot go back. I have spend  a lot of money and it is my first vacation. Please sir."
Ve memuru ikna ettim. Hakikaten bu cümlelerimden sonra "ok you can go"dedi bana. Nasıl yani tek gerekli olan please demem miydi. Hakikaten şaşkındım. Sorasını çok net hatırlamıyorum. Şaşkınlık, üzüntü hepsi bir arada... Nasıl bavulumu aldım, nasıl G.'yi aradım inanın hepsi flu. Tek hatırladığım G.'yi gördüğümde sarılıp ağladığım.

Benim Paris maceramın keyifsiz kısmı bu. Daha sonraki yazılarımda yaşadığım o eşsiz 1,5 günden bahsedeceğim.
Şimdilik I still luv you Paris:)

Sexiest Man Alive 2010

Kızlar artık yeni bir seksimiz var. People dergisi yine yıllık geleneksel en seksiyi seçmiş.
Kim seçiyor neye göre belirleniyor, büyük meraktayım doğrusu.
 Geçen yılın şampiyonu tartışmaya tamamen kapalı. "Johny Depp"(eminim hiçbirinizin itrazı olmayacaktır.) Ama bu seneki birinciye kesinlikle itirazım var. Tamam Ryan Reynolds iyi hoş, seksi de hangi akla hizmet Jon Hamm ikinci olur. Biri bana bunu açıklasın lütfen. Buyrun kararı siz verin:)
Ryan Reynolds
Jon Hamm

ben güzele güzel demem....

Bence güzel, cool olan, farklı havası olan...
Dolgun dudak, kuş burun,koca göz gibi kriterlerim yok...Bilmem siz ne düşünürsünüz?
İşte benim beğendiğim kadınlar;
1.Rachel Weisz
2. Jennifer Connelly

3.Jennifer Aniston

4. Famke Janssen
5.Saffron Burrows

Biraz daha moda...

İyi bakın bu genç kız tanıdık gelecek mi?
Pop müziğin kraliçesi  Louise Veronica Ciccone nam-ı diğer Madonna'nın 14 yaşındaki designer kızı Lourdes Leon.
Yine Harry Potter Deadly Hallows'un Londra prömiyerinde, annesiz gittiği ilk galasında objektiflere gülümsemiş. Ne kadar sade ve tam yaşı gibi giyinmiş değil mi?
Lourdes'e burdan kocaman bir alkış:)
Yine beğenenler için; eşarbı Alexander McQueen and clutch'ı ise Union Jack.

SJP

Ne kadar şirinler değil mi? SJP, eşi Matthew Broderick ve oğulları James Harry Potter serisin son filminin Londra galasında objektiflere böle güzel gülümsemişler. Midget family gibi durmuyorlar mı sizce de?
Bu arada biraz da moda diyip SJP'in giysisini hakkında biraz ipucu:)
Vivienne Westwood elbise, Alexander McQueen deri ceket ve mavi  Nicholas Kirkwood stilettolar....
Ben elbise ve ayakkabıya bayıldım, siz?

Vavien

TV'de zap yaparken tanıtımına rastladım.
Taylan Bothers'ın ellerine sağlık, muhteşem film olmuş.
Şark kurnazlığı bu kadar sakin ve güzel anlatılabilirdi.
Aslında o kadar tanıdık hikayeler ki...
Hepimiz ailesinde ya da mahallesinde ya da akrabaları arasında ya da bir dönem hayatında Sevilay gibi gönüllü kurban anne, Celal gibi tüm etik kurallarını hiçe sayıp aynı anda aile reisi görevini yerine getirmekte kusursuz(?) baba figürü tanımadık mı?
Ben izledikten hemen sonra bir sürü benzerlik buldum.İzleyip düşünün bir bakalım, kim gelecek aklınıza.

Ajda Pekkan

Madem dün kapanışı müzikle yaptık, müzikle devam edelim. Ajda Pekkan Top 5'im;
1. Oyalama Beni
2. Dert Bende
3.Boş Sokak
4. Haykıracak Nefesim Kalmasa Bile
5.Uykusuz Her Gece

Sizin best of Ajda şarkılarınız?

16 Kasım 2010 Salı

Leonard Cohen

En büyük pişmanlığım. İstanbul'a geldi ve konserine gidemedim. Bu yaştan sona daha kaç konser verecek ya da bu konserlerin hangisi İstanbul'da olacak bilinmez ama luv you Cohen...
Biraz olsun acımı hafifletmek için Leonard Cohen Top 5'im, buyrun dinleyin.
1. Suzanne
2. So Long Marianne
3. Sisters Of Mercy
4.Famous Blue Raincoat
5. Bird On A Wire

Çok güzel değil mi?

Bir yazımda muhakkak Mayıs ayında yaptığım 1,5 günlük kısa Paris turumu, yaşadığım racist havaalanı maceramı anlatacağım.
Ama şimdi hiçbirşey düşünmeden gözlerimizi kapatıp sadece bu manzaraya odaklanıp orada olmayı dilesek?

İlişki gurusu olmak!!!!

Başlık çok iddialı değil mi? Aslında hepimiz kız erkek arkadaşlarımızın bir nevi iliki danışmanları değil miyiz? Kimi zaman kesin ayrılmalısın diyip kimbilir sonu süper bitecek bir ilişkinin katilleri, kimi zamanda sonu başından belli olan miserable ilşkilerin destekleyicisi. Ben bu rolü bence çok da layıkıyla yerine getirebilecek biri değilim. Kelin ilacı olsa durumu bende fazlasıyla mevcut. Bknz-G.:)
Gelelim bu yazıyı yazmamın sebebine...
En yakın arkadaşım N. uzun süredir birinden hoşlanıyor, benim yorumum gayet net, bu iş olmaz.
"Ya bir de şu açıdan bak" dedikçe arkadaşım, "yok abi kesin olmaz". Kurduğum tek cümle:) Nasıl da hatalı bir cümle değil mi? Napayım gözlemlerin, hayat tecrübelerim, duyduklarım, gördüklerim hepsi aynı ana fikirde birleşiyor, "Balık baştan kokar".-
Ona kalsa biraz uğraşsa herşey yoluna girecek. Belki de haklı sadece emek vermek sonra da sonucu beklemek?
Bilmem siz ne düşünürsünüz?

You Will Meet A Tall Dark Stranger

Fallardan konuşurken, dün arkadaşım A. bu filmden bahsetti.
Woody Allen varsa işin içinde her koşulda izlenir. Türkiye'de ne zaman gösterime girer bilmiyorum ama hemen dvd'ciye gidilip soruşturulacak.

Fortune Teller

Fala inanmam falsız da kalmam diyenlerdenseniz, tam da anlatacaklarım size göre:)
Aslında hepimiz demiyor muyuz aynı şeyi, -farkettiniz değil mi-, hiç falcılardan çıkmayanımızda, ara sıra gidenimizde,hepimizin bahanesi hazır. rahatlıyorum işte birnevi terapi,(Nasıl yalan:))
Biz kızlar mutsuzken, biri iyi bişi söleck umuduyla falcıların kapısına dayanırız. Bana hiçbir zaman iyi bşey sölemi yaneyse, eğer onların dedikleri olsaydı şu an iki kez boşanmış üç çocuk sahibi yaşlı mutsuz bir duldum:)
[Image]Biz de bugün  3 kafadar 2'si mutsuz 1'i mutlu-hangimiz mutlu onu sölemicem-bira,patates keyfinden sora İ.'nin "ben bir falcı tanyorum süper bakıyor, herşeyi bilior hatta sevgilimin isminin içindeki harfleri bile bildi"-bu arada iki "e" var demiş ama iki "i "çıkmış, bu bile bizim için mükemmel tahmin değil mi?:)-demesinden sora yola koyulduk. Orta kahveler içildi, hemen arkasından S. isimli muhterem falcımız srayla üçümüzü içeri aldı. İ. ve N.(sevgili biricik dostlarım) ne der bilmiyorum, ama S.'nin dedikleri çıkarsa sevgili okuyucular, yazarınız  Mart ayında evli,mutlu, çocuklu:)
O zaman napıyoruz fallara inanmayıp, şu geleceği görme arzusunda sıyrılııp, hayatımızı dilediğimiz gibi yaşayıp,bir sene sonra neler konuşacağız bu blogdan takip edioruz:)
Bu arada bildiğiniz iyi bir falcı var mı?:)

ah mary vah mary

Dün tv'de zap yaparken rastladım.
Yine hatırladım, izlerken en keyif aldığım, zaman zaman olsa da izlesem dediğim acaip sıcak bir film.
Varsa arşivinizde izleyin yoksa en yakın dvd'ciye gidip edinin, ona da üşendiyseniz digiturk'de denk gelmesini bekleyin.
Hadi bakalım iyi seyirler:)

15 Kasım 2010 Pazartesi

N.

Size İstanbul sosyal hayatını tanıtırken, yanımda mentorum can dostum N. olacak. Ona burdan selam çakıyorum. Yarın sizin için bir sürü yer gezip fotoğraf çekeceğiz. Mentorum N. luv you:)

2011 sonuna kadar gidilecek yerlerin listesi!!!!!

Şaka değil aklıma koyduysam yaparım, tabiki seyahat arkadaşım sevgilim G ile:)
Barcelona, Madrid, Lizbon
Prag, Budapeşte, Berlin.

You will see my friends!!!!!

En sevdiğim Friends karakteri...

Benim Joey. Ya sizin?
How u doing??

İtalya'da en sevdiğim şehir...

Hiç şüphesiz Siena. Sebep yok, çok sevdim. Belki Palio yarışları, belki yerli halk, belki pencerelerinde sarkan rengarenk flamalar, belki yayıldığım o koca meydan, belki de Ortaçağ filmlerinden fırlamış sokakları.
Sizin favori şehriniz?

gerçek bir masal şehri brugge

Mayıs ayında yıllık iznimin bir haftasını Paris, Antwerp, Brüksel, Bruge,Amsterdam turu yaparak geçirdim. Yeri gelince hepsinden kısa kısa izlenimleri aktaracağım. Ama bence her zaman ne koşulda olursa olsun bahsedilesi tek yer var, O da Brugge. Masal şehir demek az kalır... Başka bir dünya, başka bir boyut sanki.
"Nasıl keşettim bu şehri?"hikayesine gelirsek; Ablam-sinema aşkını bana aşılayan super zeki ablacım luv you, teşekkürlerimi sana borç bilirim-In Brugge filmini izliyordu. TV'ye bakar bakmaz bu büyülü şehre aşık oldum. Film mükemmeldi o ayrı bir mevzu-Colin Farrel'a burdan milyon tebrik- görüntüler inanılmazdı. İşte budur dedim. Yaşamak istediğim tek şehir... Kafama koydum, bu şehre gitmeliydim.
Evet bunun üzerine zorlu uğraş sonucu G'yi ikna ettim ve Brugge'deydik. Antwerp'den yaklaşık 20 dk'lık tren yolculuğu sonunda rüya şehirdeydim.
Tren garından çıktıktan sonra gözünüze ilk çarpan detay her yerin yeşil oluşu ve şehrin içinizi sıkacak kadar sakin oluşu.-Bu tam benim aradığım özellik-
Filmdeki kareler o anda aslında gerçeğinin onda biri kadardı. Sahiden yok böyle bir güzellik. Ömrümün sonuna kadar, o muhteşem nehrin kenarında outurup kitap okuyup, hatta orda uyuyup uyanmak istedim. Şaka değil bir gün çok param olursa kesinlikle orada yaşayacağım. Huzurdan delirmek diye birşey varsa kesin ordaki yerli halk-bu arada yaş ort min 60-bunu yaşıyordur. Dikkatimi çeken başka birşey  genç nüfusun azlığı. Görünen gençlerin sadece garsonluk yapıyor olması da garip. İnsan düşünmeden edemiyor, gündüz bu insanlar sosyalleşmiyo mu. Çünkü sahiden cafelerde oturan insanlar ya yaşlı nüfus yada turistler.
Şaka değil sokakta genç insan yok, olanlar da garsonluk yapıyor ve nasıl coollar anlatamam.
Belçika çikolatanın anavatanı, tabi buna istinaden her yer de meşhur neuhaus dükkanları , Leonidas dükkanları, el yapımı çikolata satan dükkanlar.
Bir de girmeden edemediğimiz çikolatanın tarihçesinin anlatıldığı yer . Chocolate museum.... Müze çikolatanın doğuş hikayesini detay detay anlatıyor. Yolculuğun sonunda da canlı canlı çikolata yapımı izliyorsunuz.Tabi afiyetle de yiyorsunuz.

Bu kadar tatlı detayından sonra gelelim ne yenire? Biz midye, patates kızartması ve bir sürü  bira içtik. Gayet güzeldi. Fiyatlar da gayet iyi.
Arkadaşlar üşenmeyin Brugge'e gidin, gerçek bir masal şehri görün, yiyin için gezin tüm gün yürüyün.
Pişman olmayacaksınız;)

Tatil günü için yemek önerisi

Fena canım çekti ben eve isticem, siz üşenmeyin gidin. Adem Baba'ya gidilsin, kalamar tava, tereyağlı karides, mısır ekmeği yensin gelsin. Hadi bakalım dökülelim arnavutköy yollarına:)

great nerds

Hastalık derecesinde dizi fanı olan ben düşündüm de dizilerin en süper uper nerdleri aklınıza geliyor mu? sizin favoriniz kim? Ben oyumu Marshall'dan yana kullanıyorum:)
Ben şimdi Art Cafe'den pasta isticem, size de tavsiye.Un yok yağ yok.

hedefim

İstanbul'da eğlendirebilecek her mekana gidip sorasında size durumları bildirmek. Bakalım kaç mekan gezecebileceğiz. (Hayır hayır asla Julie&Julia'dan alıntı değildir:)) Bu arada izlenesşi film. Tavsiye edilir.
Ben şimdi 2046 izleyeceğim . Hadi varsa arşivinizde siz de açıp izleyin. Won Kar Wai rocks!!!!!!!!!
Öperim. saygılar.

ha bu arada...

Bu bayramda evde oturuyorum ama Mayıs ayına hain planlarım var. Bir haftalık yıllık iznimi şöyle kullanacağım, Madrid Barcelana ve sorasında  Lizbon. Süper planlarım var. Bunların hepsini bir dargın bir barışık sevgilim G. ile yapacağız.
Şimdi biraz ondan bahsedeceğim. G  mühendis, evet doğru tahmn. eminim şu an birçoğunuzun aklından-özellikle hayatının bir döneminde mühendis bir sevgilisi olan yada herhangi bir yakınlık derecesi bulunan kızlar-mühendisten sevgili mi olur cümlesini duyar gibiyim. Kızlar sıkı durun bal gibi de olur. Biraz özveri biraz sosyallik bal gibi de oluyor.
6 senelik ilişkimiz boyunca az aşama kaydetmedik. Önce yavaş yavaş sosyalleştik, düşününki sevgilimin hiç kız arkadaşı yoktu, tek sahip olduğu birkaç mühendis asosyal arkadaş:) Umarım okumaz bunları:) sora konuşmayı,sora sevmeyi(bu biraz abartılı oldu, mühendis de insan) her neyse 6 sene ciddi efor sarfettim. Gel gelelim bizimki gözünü açtı ve boom boomm.......
YÜZ ELLİ KEZ aldatıldım desem:) Üzüldünüz benim adıma tahmin ediyorum. Şimdi ise o Belçika'da çalışmaya gitti. ben yorgan altından bloguma bişiler yazmaya çalışıyorum.
Durum daha milyon tane maceram var G. ile ilgili. Hepsini konuşcaz. önce şu blogu çözmeye çalışayım:)

hoşgeldim:)

15 Kasım 2010. 9 günlük tatilin 3. günü. wohooooo falan demem gerekiyor. ama demicem. Çünkü holiday is sucks. özellikle evde oturup arkadaşlarının y.dışı tatil maceralarını facebooktan takip etmek zorunda kalıyorsan. Neyse neye niyet nee kısmet, blog açma fikrimi hayata geçiriyorum. yeap her kim okuyor veya takip ediyosa ki, -zannetmiyorum şu an takip edildiğimi- blogum aslında herşeyle ilgili. kısacası benle ilgili hayatımla ilgili. İzlediklerim yaşadkılarım yediklerim gezdiklerim gördüklerim kısacası herşeyi paylaşcam sizlerle.
Hemen ilk tavsiyemi paylaşacağım sizlerle. Eğer bayram günü İstanbul'daysanız!!! Naçizane tavsiyeler,. Here it comes:))))
First of all ; Sabah kalkın doğru Rhisarına kahvatlıya, Kale-Nar-Sade Kahve-tavsiye edeceğim mekanlardan,
Arkasaından Bebek Nero'da sade Türk kahvesi keyfi.
Hemen ardından bu da öğlden sonraya denk geliyor, İstinye Park movie keyfi. NY'da Beş Minare izlendimi bilmiyorum ama sanki gidilesi bir film.En azından emeğe saygı.
Sorasında ben derimki bir Beyoğlu turu yapılsın, akşam yemeğinde doğru Asmalı'da Sofyalı'ya oturulup mezeler yensin.
Ben iki kadeh rakıdan sonra muhtemeen iptal olup eve dönmek isteyeceğim ama siz gece kuşlarına tavsiyem, Otto'da belki bişiler içilip 11:11'e geçilir ya da Türkçe müzik fanıysanız Piyasa yada Eeelence 'ye gidileblir.

Evettttt tavsiyeler bu kadar, sizce ben bunların herhangi birini yapabilcek miyim? Hayır ben şu an sadece koltuğa uzanıp How I Mother yada Friends sezonlarını 20. kez izleyip sürekli yemek yicem. Depresyonda mıyım sanırım evet... ama olsun luv myself, eminim çok yakında siz de çok sevip maceralarımı okumak için her gün bloğumu okuyacaksınız.Her zaman bu kadar sıkıcı değilim emin olun, dedim ya baştan holiday is sucks.